Dalgalar ve Eski Ev

Kıvanç Türkgeldi Alıntı yap


Abstract
Bu çalıșmada çocukluk yıllarımı geçirdiğim kasabada 2021 yılında kaydetmiș olduğum görüntüler ile yine bu kasabada geçen çocukluk yıllarımın görüntülerini (90’lı yıllar) bir araya getirerek bir video deneme yapmayı denedim. İlk bașta uzun bir süre timeline üzerinde görüntülerle çeșitli denemeler yaptım. Bir süre sonra aklıma bazı fikirler gelmeye bașladı. Eski görüntüler ve kasabadaki deneyimimi zaman kavramı üzerine yaptığım okumalar eșliğinde yorumlamayı denedim.

References
Camcı C. (2015). Heidegger’de Zaman ve Varoluș, Bibliotech Yayınları Bergson H. (1939/2015). Madde ve Bellek. (Çev. Ișık Ergüden), Dost Yayınları. Grant, C. (2021). On Present and Future Academic Filmmaking Modalities, Academic Filmmaking: Modalities, Experiment and Decolonisation Conference, Universtiy of Leeds Heidegger M. (1927/2021). Varlık ve Zaman. (Çev. Kaan Öktem), Alfa Yayınları

Full Text
Bu çalıșmada çocukluk yıllarımı geçirdiğim kasabada 2021 yılında kaydetmiș olduğum görüntüler ile yine bu kasabada geçen çocukluk yıllarımın görüntülerini (90’lı yıllar) bir araya getirerek bir video deneme yapmayı denedim. İlk bașta uzun bir süre timeline üzerinde görüntülerle çeșitli denemeler yaptım. Bir süre sonra aklıma bazı fikirler gelmeye bașladı. Eski görüntüler ve kasabadaki deneyimimi zaman kavramı üzerine yaptığım okumalar eșliğinde yorumlamayı denedim. Zamanda geçmișime baktığımda, ya da üzerine konușurken, yılları, periyodları temel alarak konușuyorum. Geçen zamanı bu șekilde dile getiriyorum. Aynı zamanda üstüne düșündüğümde de sanki bir noktadan bir noktaya gelmișim gibi zamanı uzamsal bir boyutta kavrıyorum. Zamanı bloklar halinde bir periyod gibi ele alıyorum. Zamanı sayarak ifade ediyor ve görüyorum. Bu periyodlar sanki bir evreden bir bașka evreye geçiș gibi söz gelimi T1’den T2’ye ve T3’e geçiș gibi dile geliyor. Ya da dil onu ancak böyle ifade edebiliyor. Bu, zamanın, Aristo’nun “kinesis” dediği anlamdaki kavranıșı olmalı. Yani değișimin devinimi… Yașamıma bu șekilde yönelișim değișimi, örtük de olsa (düșünmeden) bir tür saymadır. Bu pratik anlamda bir saymadır. “Bu anlamda sayıșımda sayıları değil, saydığım etkinlikleri umursarım. Aslında bu düșünüșümde de, zamanı gündelik yapıp etmelerimizin indeksi olarak ardı ardına diziyorumdur. (…) Gündelik etkinliklerimi birbirinden ayrıșmamıș zamansal bir akıșın içinde anlayarak sayıyor, aslında birbirinden ayrıșmamıș etkinlik sürelerini ayrıșmıș gibi anlıyorumdur” (Camcı 2015: 31). Oysa tüm bunların ötesinde “yıllar su gibi akıp geçti” dediğimde zamanın bölünemez yapısını bir anlığına hissederim. Aslında periyodlar yoktur. İstediğim kadar böleyim, gece uyuduğum zamanlar yani gün geçișleri bile zamanda, tümsel olan zamanda bir geçișlilik ihtiva etmezler. Zaman kesintisiz bir akıștır. Bilincim onu keserek ve bölerek, Heidegger’in deyimiyle sayarak kavrar. Zamanın lineer akıșı, öncelik ve sonralık zaten bana verilidir. Yașamı kavrama șeklim böyledir. Bu bir șema bir var oluș biçimidir. Öncelik ve sonralığın anlamı benim yașamı sayıșımdan gelir. Belki de Kant’ın apriori olarak tanımladığı zamanı Heidegger’de böyle anlayabiliriz. Etkinliğe yönelmiș olan bilincimizin zaten ve hâlihazırda bu yönelișinin kendisinin zamansal olarak var olması… Tümsel zaman fikri birkaç kavramı akla getiriyor: Heraklitos’un “Aion” kavramı. Bașlangıcı ve sonu olmayan bir süre; bundan yola çıkarak “Aeternitas”; ve tam olarak zamanın yerine kullanmasa da varolușa geliș ve yok oluș arasındaki düzeni, değișimi düzenleyen ilkesi “Logos”. Bir diğer kavram ise Anaximandros‘un “Aperion” kavramı; tüm olușa kaynaklık eden, kendisi değișmeyen sınırsız olan… Son olarak ise Henri Bergson’un “Süre” (Durée) kavramı. “Varlık saf ve yalın așkınlıktır” (Heidegger, 2006; 1995, 7) : “Saf ve yalın așkınlık olarak varlık bizim bölünmüș șimdileri sayıșımızda sayılabilirliğin kapalılıktan açıklığa geçiș halinde var olușu demektir.” (Camcı 2015: 44) (…) “Her bağlamın ancak bağlamsallığın öncül var olușu sayesinde anlamlı parçalar olduğunu, bu anlamlı parçalar örtse de, bağlamsallığın sayılabilirliğin kendisi olan orijinal zamanın var olușunu sürdürdüğünü öngörmektir” (Camcı 2015: 44) . Zamanın akıșına dair beklentimiz gündelik hayatımızı organize ederken ki tutumumuza eșlik ediyor. Aslında henüz gelmemiș ama olacağını öngördüğümüz ya da beklediğimiz gelecekte kendini açacak olan henüz gerçekleșmemiș șimdilerin varlığını sezișimiz… Söz gelimi akșam yemek yiyip, film izlemeyi tasarlıyor olmam, zamanın içerisindeki gelmekte olan șimdilerin doğrusal akacağı beklentisi, benim bilincimin yapısının zamansallığı ve bu zamansallığı sıralı deneyimliyor olușum ile ilișkilidir. Ben varlığın kendisini sıralı deneyimlerim ve ancak sayarak onunla örtük bir șekilde temas ederim. I. Peki bir filmdeki zamansal sıçrayıșlar ileri ve geri gidișler bu anlamda nasıl ele alınabilirdi? Yani kurgunun bilincimin zamanla kurduğu ilișkiyi kökten olmasa da bir anlığına değiștirdiğini deneyimlerim. Bu deneyim daha çok doğrusal deneyimlemeye alıștığım sıralılılığın bir hikaye içerisinde kırılması illüzyonu gibidir. II. Anamur’daki eski evimizi ziyaret ettiğimde o kumsalda beni etkileyen neydi? Geçmiște olmuș artık var olmakta olmayan șimdilerin yani belleğimdeki geçmiș șimdilerin izinin mekânla kurduğum fiziksel temasta bir anda kendini görünür kılmasıydı. Orayı en son görüșümde bir daha ne zaman orayla tekrar karșılașacağımı hiç düșünmemiștim. Yıllar sonra tekrar karșıma çıktığında ilk hissettiğim doğal ve kaçınılmaz olarak yitirmiș olduğum, artık olmayan, güzel duygularla özdeșleșmiș eski șimdilerin yokluğunun nostaljik hüznüydü. Bergson’un “Süre” kavramı burada bir anahtar. “O” anı yașamak, hatıraları hatırlamak ve içsel bir bilinçle sürekli bir akıș içinde olma deneyimi. Böyle bir zaman kavramı, her anın kendine özgü olduğu, değișken ve sürekli akıcı bir yapıya ișaret eder. İlginç olan tam da bu anlamda bilincimin mekânla kurduğum ilișkide șimdilerin amorf bir illüzyonunu yaratabiliyor olmasıydı. Yani șimdiler aslında saf bir yokluğa hiçliğe karıșmamıștı. Belleğim onları çağırabiliyor onları birer fotoğraf gibi bana yeniden açabiliyordu. Bu mekânla olan ilișkimin bende yarattığı bir melankoliyi tarif edecek bir cümle arıyorum. Aklıma Heidegger’in (1927/2001, s.375) șu ifadesi geliyor: “İhtimam göstermenin (Sorge) ilksel tümlüğünün yapısı onun zamansallığında yatar ” (bu ifadeyi videonun en bașında kullandım). Benim ve diğer her șeyin ölüme doğru olușu varlığımı fark ettiğim günden bașlayan yolculuğun bir gün biteceğinin sezgisel bilgisidir. Bunu bilmek dünyayla kurduğum ilișkinin zamansallığına sinmiștir. Diğer her șey gibi bunu da sayarım. Gelgelelim bu sayıșımın bir gün biteceğini unutmaya meyil ederim. Çocukluğum artık bir geçmiștir. Geleceğe ise yönelmiș beklentilerle yașarım. Varlıkta kalıșım zamana bir yayılıș. Bu aslında görünürde sadece ve sadece bir șimdide oluștur. Durmak bilmeyen bir devinime eșlik ediștir. Hem var olmak hem de eșlik etmemek gibi bir seçeneğimiz de yoktur. Kendi varlığımızı da bu deviniminin içinde sayarak anlamlandırırız. Anılarımız önce, umutlarımız sonra ile dile gelir. Öyle ki șimdi dıșında kalan her șey bir anlatıdır. Anlatılar bile zamana yönelmișliğimizin uzantısıdır. Bir șeylerin ezelden beri geçmekte olduğu bilgisi zihnimize verilidir. Sayıları biz icat ettik. Çünkü görmekte olduğumuz ezeli akıșı tarif etmek, dile getirmek için kavramlara ihtiyacımız vardı. İki, üçten öncedir, birden sonradır. Bunun aksi mantığa sığmaz. Çünkü mantık zaten varlıkla kurduğumuz zorunlu ilișkiyi somutlaștırmamızdan bașka bir șey değildir. “Hayatın, varolușun zamansallığı, Dasein’ın gündelik kaygılarla böldüğü boyutunun ötesinde, kendi içinde kesintisiz bir akıștır. Dasein, burada var-olușumuz, statik bir kökene yaslayamadığımız, belirlenmemiș, açık varola gelișin içinde anlamlıdır. Dolayısıyla benliğimiz, kimliğimiz de, oldum olası bu açık zamansallığın uzamsal sınırlarla belirlenmemiș bir bölümü parçası olarak anlamlıdır. Dasein’ın bunu fark etmesi, düșmüșlüğünü, fırlatılmıșlığını kapsayan bu bölünmemiș zamansallığın açıklığını fark etmesi demektir” (Camcı 2015: 163). Heidegger’e göre (2021: 352) “dasein’ın eksistensiyalitesinin asli ontolojik temeli zamansallıktır. Zamanın varlığını gündelik yapıp etmelerimize/șeylere yönelmișliğimize bir eșlik ediș olarak deneyimleriz. Nerededir bu zaman? Uzamsal bir yer gösteremeyiz. Zaman șurada ya da burada değildir. Dolayısıyla her yerdedir. Zaman benim gündelik etkinliklerime eșlik edișinde duyulur. Dasein’ın etkinliklerinde duyulur. Ona ilișiktir. Dolayısıyla “eğer zamansallık, Dasein’ın asli varlık anlamını olușturuyorsa ve fakat bu varolan kendi varlığı içinde kendi varlığını mesele ediniyorsa, bu durumda ihtimam-göstermenin “zamana” ihtiyacı olacak ve zaman ile hesap edecektir. Dasein’ın zamansallığı “zaman hesabını” geliștirmiștir. Zaman hesabı içinde deneyimlenen “zaman” zamansallığın en yakın fenomenal veçhesidir. Bundan da hergünkü-alelade zaman anlayıșı doğmaktadır. Ve bu da geleneksel zaman kavramına dönüșmektedir” (2021: 353). Tüm bu ifadeler videoyu kurgularken aklımda dönen düșüncelerin bir özeti olabilir. Yine de video da tüm bu düșünceleri sadeleștirmek ve damıtmak zorunda kaldım. Aksi yönde bir deneme bu çalıșma için fazla ağırlaștırıcı ve görsel-ișitsel akıștan koparıcı bir etki yaratacaktı. Bir șekilde bu mekânlardan aldığım ağır çekim görüntülerin etkisi beni metni seslendirmeye yöneltti. Kafamda her șeyi rafine ederek sadeleștirmeye çalıștığım bir buçuk sayfalık bir seslendirme metni hazırladım. Bu metinde olabildiğince öznel bir dil kullanmayı denedim. Çünkü tartıștığım konuya dair kendi deneyimlerim en önemli malzememdi. Çalıșmanın baș kısmında dalgaların görüntüsünü ağır çekimde geriye doğru oynattım (00.22-03:56). Çünkü bu video denemenin geriye doğru bir zaman yolculuğu gibi hissettirmesini istedim. Zaman üzerine ifade ettiğim düșüncelerin çıkıș noktası șimdi ile geçmișim arasındaki kesintisizlik hissi ile karșılașmamdı. Sahilden çıktıktan sonra görüntüyü düz bir șekilde oynattım. Çünkü artık dalgaların etkisi sona ermiști. Görüntüyü buradan sonra ters oynatmak hem anlamsız gözüküyordu hem de istemediğim bir estetik etki yaratıyordu. Bunun yerine çerçeveyi 90’lardaki evimizin görüntüsünü bulduğum yere kadar daraltmayı denedim. Zamanda geriye doğru akıșı, çerçevenin içindeki hareketle değil de çerçevenin kendisini hareket ettirerek yapmayı düșündüm (04:02-04:44). Bu, pratik olarak iki noktada ișime yaradı. İlk olarak 16:9 formatından 4:3 formatına geçmem gerekiyordu. Bunun aniden olmasını istemedim. İkincisi kasabanın muazzam değișimi bende bir sıkıșma hissi yaratmıștı. Bu hissi dinamik çerçeve yardımıyla aktarmak istedim. Evin yeni görüntüsü ile eski görüntüsü arasında uzun bir geçiș olușturarak bağlantı kurmayı denedim (04:45). Eski görüntülerle ilgili bölümü kadrajın önünden geçen bir kamyonun geçișini kullanarak bitirdim (06:57). Hem hikâyemi sonuca tașımak hem de rüyamsı 90’lar sekansından izleyeni sertçe uyandırmak için köșeli bir bağlaca ihtiyacım vardı. Bundan sonraki kısımda baștan beri kullandığım ve atmosfere göre değișen müziğin yerine videoessayin son karesinde kullandığım Pink Floyd’un “Time” șarkısının notalarını kullandım ve son karede șarkı ile klavyeden çaldığım akorları birbirine karıștırdım. Yani bir anlamda ișitsel geçiș yaratmayı denedim. Bu, finalde ișitsel olarak ambiyans müziğini final müziğine bağlamak için kullandığım estetik bir tercihti. Bu denemeyi, Grant’in modalitelerle ilgili sunumundan (2021) hareketle düșündüğümde, ağırlıklı olarak bir “audivisual argumantation” olarak tanımlayabilirim. Ancak kendi çekmiș olduğum görüntülerin çalıșmanın büyük bir kısmını olușturması, montajla ilgili denemelerim, ses ve müzik tasarımı gibi çabalarım çalıșmaya bir performatif bir nitelik de kazandırıyor. Benim için en önemli deneyim bu videonun kurgu așamasının daha önceki okumalarımla ilișkilenmesi ve hatta daha önce okuduklarımı daha farklı anlamlandırmamı sağlamasıydı. Önden elde etmeyi hedeflediğim bir “bilgi” amacıyla yola çıkmadım. Benim için sürecin özü bir deneysellik barındırıyordu. Bu deneyselliğin akademinin pratiklerini ihlal ettiğini ancak metodolojik bağlamda tam da bu ihlalin doğurgan potansiyelleri olabileceğini düșünüyorum. Düșünce ile ilișki kurmamızın -metinsellik dıșında- bașka veçhelerinin de var olduğunu söyleyebiliyorsak, bu noktada akademinin sınırlarını tekrar tahlil etme zorunluluğu doğacaktır. Böyle bir tartıșma video denemenin epistemolojik değerini anlama yolunda bizlere yeni patikalar açacaktır.